İLETİŞİM
İletişim bizler için ne demek? Bunun üzerine çok düşünmesek de yaşamımızın her anında var olduğunu inkâr edemeyiz. İletişim, insanlığın tarihiyle birlikte başlayan bir olgu. İnsan var olduğundan beri doğayla, kendisiyle, diğer insanlarla ve evrenle iletişim halinde. Doğan Cüceloğlu diyor ki, iletişimde bulunmak için konuşmaya gerek yok. Birbirimizin farkına vardığımız an tüm hareketlerimiz, davranışlarımız, yüz ifadelerimiz ve sözlerimiz iletişimdir. Bir anlam ve mesaj taşıyan bir ileti karşı tarafa ulaştığı ve fark edildiği an iletişim başlar.
İletişim, ilişkilerimizi ve dolayısıyla hayatımızı şekillendiren bir unsur. Bunların yanında iletişimle şekillenen başka bir şey daha var: düşünce dünyamız. Etrafımızdaki kişilerin, bulunduğumuz ortamın, yaşadığımız muhitin, okuduğumuz kitabın, dinlediğimiz müziğin, bir tüketim ürününün, bir reklamın, bir fotoğrafın, bir sosyal sorumluluk hareketinin ve bir mekânın bizleri etkilemesi, düşünce dünyamızda bir yere sahip olması iletişimle gerçekleşiyor.
İletişimin her anlamda çok önem taşıdığı ve iletişim şekillerimizin, iletişim kültürümüzün hızlı değişimlere uyandığı bir dönemde yaşıyor olmak, kendimizle kurduğumuz iletişim üzerinde de farklılıklara yol açıyor ister istemez. Kendimizle kurduğumuz iletişim; benliğimizle, doğamızla ve yaradılışımızla ne kadar uyumlu olarak hayatımızı sürdürdüğümüzle ilgili de fikir veriyor.
HİKAYELER
İletişim gibi, tarihini insanın varlığının başlangıcına kadar götürebileceğimiz, iletişimle iç içe olan başka bir unsur daha var: hikayeler.
Mağara duvarlarından tuvallere, yazıyla birlikte hayatımıza giren kocaman tabletlerden bugün yazı yazmakta kullandığımız bilgisayarlara, hayvanları korkutmak için taklit edilen seslerden veya şölen zamanlarda kutlamak için söylenen şarkılardan bugünkü orkestralara ve müzik gruplarına zaman içinde kimi alanlarda çok farklılık gösterdi anlatı biçimleri, kimi alanlarda da çok benzer kaldı. Primitif topluluklardan itibaren ne anlatım biçimleri ne kadar değişirse değişsin anlattığı insanoğlunun anlattığı şey aynı kaldı. İnsanlığın var oluşundan itibaren yaşanan her an, bir anı olarak kulaktan kulağa, ağızdan ağıza hikayeler aracılığıyla anlatılageldi hep. Hikaye anlatıcılığı kültürleri, anıları ve yaşananları bugünümüze taşıyan değerli bir parçamız.
Bugün hikaye anlatıcılığı veya storytelling kavramının farklı bir forma bürünmüş olmasıyla biz hikayeleri daha farklı tecrübe etmeye başladık. Hedef kitleleri etkilemek ve harekete geçirmek için bir hikaye oluşturmak, bir hikaye yazmak bugün neredeyse her sektörde önemli görülen ve uygulanan bir yöntem. Bizler için yazılan hikayeleri okuyoruz, izliyoruz, dinliyoruz ve hatta yaşamımıza bazen biz bile fark etmeden dahil oldukları için onları yaşıyoruz.
KENDİ HİKAYEMİZ
Bu büyük sistemin dışına çıkıp biraz kendimizi incelediğimizde de aslında kendi kendimizin hikayesini yazmaya çalıştığımızı fark etmiyor muyuz? Hayatta yaşamanın, mutluluğun, huzurun ve başarının birkaç formüle indirgenmeye çalışıldığı durumlarda aslında tüm çabamız kendi tanımını kendimizin yaptığı, iyiye ve kötüye kendimizin karar verdiği bir hikaye yazmak. Hayatımız için bir hikaye yazıp, onu oynamaya çalışıyoruz. Bazen de bizim olmayan hikayelere çok özenip, onlara sahip olmak istiyoruz. Kendimizle ilgili her şeyi planlamaya çalışıyoruz. Sonra da o planladığımız, hikayesini çok önceden yazdığımız şey olmayınca karalar bağlıyoruz, sinirleniyoruz, öfkeleniyoruz, umutsuzluğa kapılıyoruz.
Kendimizle olan iletişimimizi sürekli güzelleştirerek ve çevremizle olan iletişimimizi de kendi hikayemizi besleyecek, bize iyi gelecek olan bir noktada bulundurarak belki de çok değerli bir yol açabiliriz kendimize. Kendi hikayemizi yazma veya anlatma çabasına girmeden sadece hikayemizi anlamaya çalışarak, yaşayarak ve keşfederek yaşamak. Küçükken ailelerimizin ve çevremizin bizim için yazmaya başladığı, sonrasında bizim kalemi elimize alıp yazmaya devam ettiğimiz hikayemizi yazmaya çabalamaktansa kendi hikayemizi ve kendimizi keşfetmek için kendimize izin vermek çok değerli bir hediye olmaz mıydı bizlere? O zaman bizi heyecanlandıran, çevremize katkı sunabileceğimiz, mutluluğu da hüznü de farkındalık içinde ve şükürle yaşayabileceğimiz bir hayat kucaklamaz mıydı bizi?
Comments are closed