6 Ekim 2017

Birçoğumuz doğduğumuzdan beri, bir kısmımız da bir süredir İstanbul’da yaşıyoruz, peki İstanbul’u ne kadar yaşayabiliyoruz?
Her şey merakla başlar. Benim de 1-2 yıl önce başlayan İstanbul sevdam, gün geçtikçe artarak amatör olarak devam ediyor. Bu arada çoğumuz gibi ben de amatör kelimesini ‘’acemice yapmak’’ olarak bilirdim, aslında ‘’çok sevilerek, zevk için yapılan şey’’ olduğunu öğrenmeden önce. Bu yüzden İstanbul sevgim için bu kelimeyi uygun gördüm.

Merak ederek başladı benim için de. Yoldan geçerken burnuma gelen koku hangi çiçeğe ait? Yanından geçip gittiğim bu tarihi eser ne acaba? Kanlıca’ya yoğurt yemeye mi gidilirmiş? Bu şiir neden ‘’Kanlıca’nın ihtiyarları…’’ diye başlıyor? Acaba Bebek’in, Eminönü’nün, Karaköy’ün de var mıdır kendilerine özgü yiyecek ve içecekleri? Nasıl yani, Kabataş İstanbul’da değil de ne demek! O zaman İstanbul neresi?
Art arda gelen bu soruların peşinde araştırmalar ve soruşturmalar vuku buldu. Sonra yolum, aynı merakı duyanlarla kesişti. Öğrendikçe de trafiğinden, kalabalığından, koşuşturmacasından yorulduğum, ‘’Ben ileride bu şehirde yaşamam!’’ dediğim şehir, eşi benzeri bulunmaz bir gizem yuvası haline geldi.

Günü birlik olsun, uzun süreli olsun, İstanbul’dan ayrıldığımız ve bir süre sonra geri döndüğümüz zamanlarda İstanbul’a dair gördüğümüz o ilk manzaradır kimi zaman içimizde kıpırtılar doğuran. Mekanların ruhu vardır çünkü, yaşanmışlıklar ve tanıklıklar ile doğru orantılı. Tarih boyunca sayısız şeye şahitlik etmiş ve hepsini içinde mükemmel bir uyumla yaşatan bu şehir her köşesinde başka bir hikaye, başka bir efsane barındırıyor. Her yanı apayrı keyiflerin yatağı.

Yaz geldi mi mutlaka uğrak yerlerimdendir Küçüksu. 1 TL vererek kasrı gezdikten, o muhteşem mobilyalara hayran kaldıktan sonra yanındaki kafede çay ve kahve eşliğinde, Rumeli Hisarı’nı, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü, İstanbul Boğazı’nı ve boğazı ev edinmiş kefalleri kulağımda martı sesleriyle izlemenin keyfini bulamam başka yerde.

Bahar geldi mi lalelerin içinde kaybolmak için Emirgan’da bir yürüyüşe çıkmanın, laleler arasında piknik yapmanın mutluluğunu ancak yaşayan bilir.

Mart, nisan aylarında sokakları sarı sarı süsleyen ve mis gibi kokan ağacın mimoza olduğunu da bilmek gerek. Mimozaların hasını da Burgazada’da ziyaret etmemek olmaz.

Güneş’in batışını Çamlıca’da ya da Salacak’ta izlemek kaç şaire ilham olmuştur acaba?

Galata ve Kız Kulesi’ne aynı gün çıkıp, zihinde aşıkların efsaneleri dolaşırken seyre durmak İstanbul’u tarifsiz bir histir. Lafı geçmişken İstanbul’un sur içi olduğunu da unutmamak lazım gelir. Galata’ya çıkmadan Karaköy Güllüoğlu’nda yenilen iki dilim baklava ve içilen bir fincan çay da olursa, tüm dertlere derman olur.

Eminönü’nde turşu suyu içmeden, balık ekmek yemeden, Hatice Turhan Sultan’ın yaptırdığı Mısır Çarşısı’nda baharat kokularına doymadan, taze çekilmiş Türk kahvesini almadan eve dönmek olmaz. Eve dönüş yolunca Eminönü-Karaköy-Beşiktaş-Üsküdar vapurları martılarla ne de zevklidir!

Şu zamanlarda 15 dakika uzaklıktaki Üsküdar Sahaf Festivali’ni gezip de aldığınız kitapları Şemsipaşa’da incelemek büyük keyiftir.

Bisiklet tutkunları için Kartal’dan Moda’ya çevrilen pedallar huzurun kendisidir.

Sonbaharın da ilkbaharın da tacı bence bilinçli yapılmış bir boğaz turudur. İstanbul’a yalılara, saraylara, hisarlara Boğaz’dan bakmanın, sonbaharda sararan ağaçları, baharda mor pelerinli erguvanları görmenin İstanbullu olmakla bir ilgisi olmalı.

Üsküdar Tekel Sahnesi’nde izlenmiş bir tiyatro oyunundan farklı bir siz olarak çıkacağınıza garanti verebilirim.

Kadıköy Baylan’da Kup Griye yemek, sonra da üzerine dostlarınızla çay içmek olmazsa olmazlardandır.

Üşenmeyin, bir gün okul çıkışı arkadaşlarınızla Atatürk Kitaplığı’na gidin. Merak ettiklerinizi araştırın, istiyorsanız ders çalışın.

Geçtiğiniz sokakların adlarını merak edin, neden orası öyle anılıyor bilin.

Yıldız’da, Valide Bağı’nda, Beykoz Korusu’nda bir yürüyüşe çıkın.

Anadolu ve Rumeli fenerlerinden Karadeniz’e bir bakın, civarlardaki canlı mahalle yaşantısını izleyin, mahallenin çınaraltında çayınızı yudumlayın.

Merdivenlerini bile merak edin İstanbul’un. Bir gün de Galata’ya Kamondo merdivenlerinden çıkın. Osmanlı Bankası’nın Haliç’e bakan pencerelerinin birinde sessizce durun, ‘’İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı…’’ dizeleri geçsin hatırınızdan.

Ayasofya’yı üstünkörü gezmeyin. Üst galerideki mozaikleri inceleyebildiğiniz kadar inceleyin. Yüzyıllar önce bir ayinde sıkılıp adını mermere kazımış Viking’in izlerini arayın. Theodora ve Justinianus olun adımlarken ‘’Kutsal Bilgelik’’i.

Sultanahmet’te bulunan milyon taşının dünyanın merkezi olduğunu bilin.

Ezan vaktinde Mısır’dan getirilen dikilitaşların yanında durun. Sultanahmet ve Ayasofya’nın karşılıklı ezan okuyuşlarındaki uyumu fark edin.

Haliç’i gezmenin en güzel şekli Üsküdar’dan Eyüp vapuruna atlamak, bir saat sürse de tüm Haliç’i görüp sonra da teleferik ile Pierre Loti’ye çıkın, kahvenizi yudumlayın.

Edebiyata meraklı iseniz Aşiyan’da Tevfik Fikret’in ve daha nicelerinin izinden gidin. Sis’in ardından İstanbul’u orada canlı görün.

Uğruna kitaplar, şiirler yazılmış bu şehri yaşamadan İstanbul’da yaşıyorum demeyin. Ne demiş Yahya Kemal?

‘’Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmediğim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile ömre değer.’’

Tags:

Comments are closed

Son Yazılar