Geçtiğimiz günlerde Children of Men filmi üzerine yaptığımız bir sohbette Guernica’nın bahsi geçti. Farklı sanat dallarının ürünlerinin birbirleri üzerindeki etkilerine değindiğimiz bu bahisle birlikte zihnimin bir köşesinde yer edindi Guernica. Bu sohbetten birkaç hafta sonra kitapçıda rastgele elimi uzattığım kitapta bir daha denk geldim Picasso’ya. Okumaya başladıkça da sanatına ve dünyasına az da olsa konuk olmak istedim.

Picasso’ya dair zihnimdeki ilk imgeler geometrik çizgilerin hakim olduğu tablolardı. İlk bakışta sanatın bütün alanlarında olduğu gibi herkeste farklı izlenimler bırakıyor olsa da, onun belki de bu kadar akılda kalıyor olmasının sebeplerinden biri de daha önce denenmemiş olanı denemesi ve keşfedenlere çok gerçek, çok bizden ve çok tanıdık bazı hisleri ve yaşanmışlıkları sunması.

Yetenekli ve zeki kişiliği bir yanda dursun, Picasso’nun sanatının gelişim aşamaları hayranlık uyandırıcı. Alışılagelen türden ama farklı dokunuşlara da sahip çalışmalarla başlayan Picasso; zamanla tecrübelerini, yaşamını, duygularını ve izlenimlerini daha farklı yedirmeye başlamış sanatına.

Genel anlamda sanat eserlerinin bizlere ne sunmasını bekleriz? Bu soruya verilebilecek olası cevaplardan biri estetik bir zevk ve bir anlam olabilir. Estetik konusu çok boyutlu bir şekilde ele alınabilir. Kimi eseri bakıldığı anda bir güzellik duygusu oluşturmanın tam aksine rahatsızlık hissi oluşturuyor. Bu rahatsızlık hissi, eserin barındırdığı hikayenin ruhundan, anlattıklarından, gösterdiklerinden; belki de ortak acı ve korkularımızdan kaynaklı. Bu hissin yanında renklerin, ışığın kullanımı ve imgelerin resmin içinde adeta bir mimar gibi yerleştirilmesi ile bizi kendine çekiyor. Bu konuda en ilgi çekici resimlerden birisi, 1909 yılında resmettiği Piyano tablosu. Sanatçının Pembe dönemine ait olan Piyano’da Picasso ışık ve gölge tekniklerini alışılagelmemiş bir biçimde kullanıyor. Tuvalin üzerine alçıdan çıkıntılar yerleştiren ressam, ışığı ve gölgeyi oluşturması ışın tablonun bulunduğu ortamdaki ışığa bırakıyor sahneyi. Anlam dünyası ise Picasso’da dış dünyayla doğrudan bir iletişim kurmadan; öncekilerinin aksine doğayı taklitten değil, doğanın ve var olanın kişide uyandırdığı duygulardan ve imgelerden yola çıkarak inşa ediliyor. Bu yüzden aslında her görerek bakanın kendi yorumunu ortaya koyabileceği ama aynı zamanda da Picasso’nun evrensel duyguları zekice çalışmasından ötürü çoğu kişide benzer duygular uyandıran eserler karşılıyor bizi.

Roger Garaudy, “Picasso resmi sinema çağının resmidir. Sinema ile birlikte zaman iki ana geleneksel özelliğini yitirmiştir: devamlılık ve geriye döndürülemezlik.” diyor. Picasso’nun çizgileri resmin ögelerinin dış hatları olmasının da ötesinde resmin hareketini hissettiriyor bize. Çizgiler üzerinden ilerliyoruz resme baktığımızda. Durağan bir tablo olmanın çok ötesinde, hareket halinde olan ve etkin bir gözlem gerektiren çalışmalar Picasso’nunkiler.

Picasso tablolarında genel bir bütünlüğün de hakim olduğunu görmek mümkün. Tabloların her biri kendi içinde bir ahenk taşıyor ve tablolardaki her öge de bu ahengi besleyerek onun bir parçası oluyor. Resimlerin kendi içlerinde barındırdıkları insanlar, bireyselliklerinden uzaklaşmış ve bu bütünsel dengeyi yansıtıyorlar. Resmin içinde hakim olan bütünlük, resme bakan kişi de de benzer bir etki oluşturuyor. Resme bakan kişi, resimdeki o ortak duyguyu hissediyor. Bu nedendendir ki Guernica’ya bakan kişi, Guernica bombardımanında bulunmamasına rağmen hepimizin ortak hafızasında yer edinmiş duyguları hissedebiliyor.

“Sanat eserinin görevi, dünyayı yeniden ortaya koymak değil, insanın özlemlerini dile getirmektir.” diyor Garaudy. Belki de bundandır sanatın birleştirici gücü. Picasso’nun tablolarında olduğu gibi, özlemlerimizin birliği ve benzerliği, o özlemi dile getiren eserlerin çevresinde buluşturuyor bizi.

Not: Bu konuda çok beğendiğim ve yararlandığım bir kitap ve bir televizyon programının kaydını da not düşmek istiyorum.

Roger Garaudy – Kıyısız Bir Gerçekçilik

Categories:

Tags:

Comments are closed

Son Yazılar